20 Mayıs 2011 Cuma

Seether - Holding On To Strings Better Left To Fray

 Seether normalde, daha önce de belirttiğim gibi, dinlemeyi tercih etmediğim, pop hard rock dediğim gruplardan biri olmuştur her zaman; ancak yeni albüm var dediler, geldik. Bu albüm de onlar hakkında olan düşüncelerimi değiştirmedi ancak, muazzam bir gelişme sezdiğimi ve hayranıysanız çok etkili bir albüm olacağını söyleyebilirim. John Humprey belirtiyor: "Bugüne kadar yaptığımız en iyi albüm, yer yer sert, ağır veya melodik."


No.TitleLength
1."Fur Cue"  3:47
2."No Resolution"  3:08
3."Here and Now"  3:55
4."Country Song"  3:49
5."Master of Disaster"  4:18
6."Tonight"  3:44
7."Pass Slowly"  3:27
8."Fade Out"  3:54
9."Roses"  4:17
10."Down"  3:57
11."Desire for Need"  3:33
12."Forsaken"  4:19


 Açılışı yapan For Cue gerçekten oturaklı bir parça olmuş, normal bir hard rock parçası gibi giderken araya karışan pop sound'ı fazla kulak tırmalamıyor, ağırlıklı olarak nedense Drowning Pool'u andırıyor.

 No Resolution, beklenmeyen bir şekilde bir gitar solosuyla giriş yapıyor ve zaten o saatten itibaren o şarkıyı dinlememek mümkün değil. Ağır giren şarkının, sound'ının verse'lerde hafiflemesi hoşuma gitmese de riffleri ve melodileri şahane olan bir şarkı.

 Here And Now, bahsettikleri üzere ciddi anlamda melodik olan bir parça ve single adayı olduğunu düşünüyorum.

 Sırada, albümün ilk single'ı olan Country Song var ki, muhteşem bir melodi yakaladıklarını itiraf etmeliyim. Sertleşen melodi şarkıdan kopmuyor, kaliteli bir parça olmuş. Gitar solosu dışında beni tatmin etmeyen bir şey yok.


 Tanıdık gelebilecek arpejlerle giriş yapan Master of Disaster, iyi olsa da pek hoşuma gidemeyen, eksik bir şeyler olduğunu düşündüğüm bir parça.

 Tonight ile alternatif ve pop'a doğru yavaş yavaş kaydığını görmek mümkün albümün, "filler" denebilecek şarkılardan birisi, kötü değil, nitekim öyle çok iyi bir parça da değil. Ardından gelen Pass Slowly ve Fade Out da aynı özellikleri taşıyan şarkılardan. Ufak tefek melodi değişiklikleriyle Desire For Need'e kadar albüm böyle gidiyor, bu beş şarkı arasından üzerinde en çok durulmuş olan Roses gibi duruyor.


  
 Desire For Need ile albümün kendine geldiğini söylesem yeridir. Riffler gerçekten çok oturaklı, pek özel bir soundı olmasa da, her şeyin dozunda olduğu bir parça, albümün kapanış şarkısı Forsaken'ın tersine gayet yüksek tempolu ve vurucu. Forsaken ise albüme "elveda" dedirtircesine hazırlanmış bir ballad, melodileri tatlı, akılda kalıcı ve sıkıcı değil, albüme güzel bir kapanış yapıyor.

Genel değerlendirme:
 Albümü genel değerlendirmek mümkün değil; çünkü ilk beş ve son iki şarkı dışındaki şarkılar doldurma gibi hazırlanmış ve ilk beş şarkıdan da içinde eksikler olan parçalar var; ama belirtmeliyim ki yeni prodüktör, yeni sound gruba çok iyi şeyler ve gayet iyi parçalar kazandırmış, dinlemeye gerçekten değer.

Not: 7 / 10







Moby - Destroyed!

 Yaklaşık iki haftadır yazmadığım kritiklere, sevdiğim bir sanatçı olan Moby'nin çok kısa bir süre önce çıkan Destroyed adlı albümüyle geri dönüş yapayım dedim. Kendisi sağolsun bana zevkli bir süreç yaşattı, hayranlarının da beklediği bir albüm çıkarmış gibi geldi bana...


  1. "The Broken Places" - 4:10
  2. "Be The One" - 3:29
  3. "Sevastopol" - 4:21
  4. "The Low Hum" - 4:13
  5. "Rockets" - 4:47
  6. "The Day" - 4:32
  7. "Lie Down in Darkness" - 4:26
  8. "Victoria Lucas" - 5:55
  9. "After" - 5:30
  10. "Blue Moon" - 3:31
  11. "The Right Thing" - 4:26
  12. "Stella Maris" - 5:14
  13. "The Violent Bear It Away" - 6:50
  14. "Lacrimae" - 8:05
  15. "When You Are Old" - 2:19

 Bu albümde diğerlerinden az da olsa farklı bir çizgiyi izlemeyi deneyen Moby, insomnia hastalığını albümdeki şarkılara güzel bir şekilde aktarmış. Albüm genel olarak ambient tarzından etkilenmiş ve müzikler de o ölçüde tekrarlı ve dinlendirici. Giriş şarkısı The Broken Places gibi pek çok enstrümantal parçaya ya da aynı müzikal öğeleri taşıyan vokalli parçalara rastlamak mümkün. The Broken Places, boşluk hissi yaratan bir enstrümantal ve gerçekten dinlendirici. Arkasından gelen Be The One, tekrarlı vokallerin oluşturduğu bir enstrümantal desem yanlışm olmaz. Sevastopol ise daha çok trance parçaları anımsatabilecek; ama ritm ve bas tonları yumuşak olan bir sözsüz parça. Hemen ardından gelen The Low Hum, konuk bayan vokal barından, ardından gelen Rockets ile aynı özellikleri barındıran, depresif bir parça.


 Albümün ilk single'ı olan The Day ise elektronik öğelerin yoğun kullanıldığı, ilk single olmayı hak ettiğini düşünmediğim bir parça. Lie Down In Darkness çok daha sıcak, melodik ve dinlendirici geliyor kulağa, her ne kadar bir single adayı olmasa da. Victoria Lucas ile sakin başlayan piyano melodileri, yavaş yavaş temposunu yaylılar ve tatlı melodilerle yükseltiyor, After ile daha yüksek tempoda, daha yerel melodiler işitiyorsunuz. 


 Ardarda gelen enstrümantal parçalar sonrasında Blue Moon'a geliyor sıra. Elektroniğin yoğun olarak kullanıldığını düşünüyorum, şarkı güzel olabilirmiş ancak dinlenebilirliği öldürülmüş gibi. The Right Thing ise her şeyin ölçülü olduğu muhteşem bir parça. Stella Maris'ten itibaren albümün geri kalanı enstrümantal. Stella Maris, keman gibi yaylı çalgıların yoğun olarak kullanıldığı bir parça, ardından gelen The Violent Bear Is Away gibi. Lacrimae ise piyano melodileri üzerine kurulmuş bir klavye melodisinin yaklaşık 8 dakika boyunca tekrarı, ama hoş. Albüme kapanışı yapan parça When You Were Old ise ağır yaylılarla süslenmiş parça.

Genel değerlendirme:
 Albümü çıkmadan önce, yarım yamalak dinleyip bu albüme on üzerinden dört gibi notlar veren Spin, Rolling Stones gibi dergilerin aksine, bu albümün yeteri kadar dinlendiğinde görülebilecek güzellikleri olduğunu düşünüyorum. 

Not: 7,5 / 10





7 Mayıs 2011 Cumartesi

Gorillaz - The Fall!!

 Gorillaz, sadece sevdiğim değil, aynı zamanda yapmayı düşündüğüm müzik üzerinde de etkisi olan bir müzikal proje. Damon Albarn'ın kariyeri boyunca attığı tüm adımlar benim için adeta altın değerinde ve Blur'dan bile daha başarılı olan bu "Gorillaz" ın sırrı ne hâla çözmüş değilim. Tek bildiğim, değerli albümler yapmaya devam etmesi.



No.TitleLength
1."Phoner to Arizona"  4:14
2."Revolving Doors"  3:26
3."HillBilly Man" (featuring Mick Jones)3:50
4."Detroit"  2:03
5."Shy-town"  2:54
6."Little Pink Plastic Bags"  3:09
7."The Joplin Spider"  3:22
8."The Parish of Space Dust"  2:25
9."The Snake in Dallas"  2:11
10."Amarillo"  3:24
11."The Speak It Mountains"  2:14
12."Aspen Forest" (featuring Paul Simonon)2:50
13."Bobby in Phoenix" (featuring Bobby Womack)3:16
14."California & the Slipping of the Sun"  3:24
15."Seattle Yodel" (featuring The Archie McPhee Yodelling Pickle)0:38


 Başlarda söylenebilirsiniz "ulan bu adam ne yapmaya çalışmış" diye, ben de en başından belirtmek isterim ki, Damon Reyiz albümü iPad'iyle, grubun turnesi esnasında yazmış. Bunu bilmeden dinlememe rağmen, birkaç plak çevirmeden sonra gayet hoşuma giden şarkılar olduğunu farkettim. Açılış şarkısı ve albümün ilk single'ı Phoner To Arizona gibi. Sinir bozucu gelebiliyor başlarda; fakat elektronik müzikle biraz da olsa ilgiliyseniz öyle boş da birşey olmadığını aşikar.

 Ardından giren Revolving Doors albüm içinde en sevdiğim eserlerden biri, insanı kendine doğrudan bağlıor girişiyle. Şarkının gidişatında bir aksaklık yok, müzik çalarlarda yerini alacak şarkılardan biri. Ayrıca albümün ikinci single'ı ve B-side'ında bol reverb'lü, boşluk hissi veren klavye ve yaylı melodileri ile destekli Amarillo da gayet hoş. 

 Girişiyle bağlayan başka bir şarkı da Mick Jones'un eşlik ettiği HillyBilly Man. Akustik kısmı bitene kadar muhteşem, elektronik kısmı girdikten sonra fazlasıyla göreceli olabilecek bir eser.

 Enstrümantal parçalardan biri olan Detroit, büyük şehirin parlak ışıklarının, seyrinizde olan arabaların üzerlerinde yansımalarını ve insanların koşuşturmalarını anımsatacak bir havası var. Tatlı melodiler mevcut.

 Kanımca muhteşem bir girişe sahip olan Shy-Town, Damon Albarn'ın yumuşak vokalleriyle şarkı sonuna kadar bir su gibi akıyor. Albümün en iyilerinden.




 Aksak bir ritme sahip olan Little Pink Plastic Bags'in diğer şarkılardan farklı özelliği sadece aksak ritmi değil. Arka planda rüzgar uğultusu gibi şarkı boyunca devam eden bir ses eşliğinde devam eden şarkının garip bir havası var. 

 Albümün garip şarkılarından biri de The Joplin Spider. Elektronik kullanımı oldukça yoğun olduğundan pek fazla sevemedim; ama çok güzel soundlar barındırıyor. 

 Cızırtılı country radyolarında dolaşan Damon, sound'ı beğenmemiş olacak ki The Parish of Space Dust'ı yapmış. Harmonili vokaller, şarkı boyunca devam eden yaylılarla, bitime kadar hoş bir imece örneği sergilemiş.

 Sıradaki parça ise, 90'ların başı ve ortalarındaki G-Funk akımını hatırlatacak bir enstrümantal The Snake In Dallas. Yakında rapperlardan biri bunu kırpıp bir şarkı yaparsa şaşırmayın.
 Boşlukta yankılanan seslerin ardından yükselen melodilerle garip bir ruh hali barındıran The Speak It Mountains kesinlikle boş bir şarkı değil. 



 Ardı ardına gelen enstrümantal parçalar, Aspen Forrest ile devam ediyor ve o muhteşem kanun melodilerini duyduğunuzda bir süre hüküm veremiyorsunuz. (ciddi ciddi fasıllardaki kanunlardan kullanmış adamlar vallah)

 Enstrümantal şarkıların ardından akustik gitarlarla çalınan bluesy melodilerle bir girişe sahip Bobby In Phoenix'de Damon Albarn, ünlü soul sanatçısı Bobby Womack'i ağırlayabileceği en iyi şekilde ağırlıyor. Bobby'nin de misafirlik terbiyesi aldığı apaçık ortada.

 Sıradaki şarkı büyük bir kısmı enstrümantal olan California and the Slipping of the Sun. Çeşitli cızırtı ve yaylı melodilerinin şarkının başından sona devam etmesi şarkıya en az yankılı seslerle konuşan politikacıların ve arada söylenen hatunun şarkıya kattığı hava kadar garip. Sonlara doğru hareketlenen ve yavaşça sönen şarkının ardından "alalaleihi" şeklinde yodelling'den ibaret olan Seattle Yodel ile albüme veda ediyoruz.

Genel değerlendirme:
 İlk düşüncelerim diğer Gorillaz albümleri gibi olmadığı yönündeydi. Teknik olarak doğru, çünkü diğer albümlere göre dinlenebilir şarkı sayısı oldukça fazla; ancak ben pek fazla memnun olmadım. Bana bir albümden daha çok uzun bir E.P gibi geldi.

Not: 7/10









6 Mayıs 2011 Cuma

Foo Fighters - Wasting Light!!

 Foo Fighters, şahsen dinlemeyi tercih etmediğim "dört akor" gruplarından biridir benim için, her ne kadar tüm albümlerini barındırsam da. Albümlerinin çıktığını öğrenince eski bir ilkokul arkadaşımı görmüş gibi sevindim; ancak bu hissin nasıl olduğunu bilirsiniz. Bir sonraki adımınız ilkokul arkadaşlarınızı yolda gördüğünüzde yolunuzu değiştirmek olur. Albümde özel birkaç şey olmasa, verilecek tepki büyük bir ihtimalle Shift + Del + Enter olurdu.



 Bu albümde arkadaşlar "ulan madem dört akor yapıyoz bari azıcık şekil yapalım" çabasına girmişler ki girmez olsalarmış. Her ne kadar albüm ondan fazla listenin zirvesine otursa da, buna Billboard 200 de dahil, başarısını hak ettiği tartışılır. (ulan yazıya en son yazmam gerkenlerle başladım amerikan röportaj oldu galiba. ehehe? anlamadınız mı espriyi, ehehe? abi? ABİEEA?)




No.TitleLength
1."Bridge Burning"  4:47
2."Rope"  4:19
3."Dear Rosemary"  4:26
4."White Limo"  3:22
5."Arlandria"  4:28
6."These Days"  4:58
7."Back & Forth"  3:52
8."A Matter of Time"  4:36
9."Miss the Misery"  4:33
10."I Should Have Known"  4:16
11."Walk"  4:16


 Atonal rifflerle başlayıp, bir sonraki şarkıya geçme isteği uyandırabilir Bridge Burning; ancak biraz bekleyince kendini size çekecek hoş bir açılış şarkısı. Tek sıkıntısı nakaratlardaki vokal melodilerinin şarkıya biraz yumuşak kaçması. 


 Yazının başında grubun yeni albüm hakkındaki tahmini görüşümü doğrularcasına açılışı yapılan Rope, aynı zamanda albümün ilk single'ı. Nakaratı yine hoşuma gitmese de verseleri ve üzerinde ciddi anlamda durulmuş davul ritimleri şahane. Sonlara doğru bir gitar solosunun girmesi beni şok eden detaylar arasında. Rush etkileri sezmek mümkün. 


 Hoş arpejlerin bizi karşıladığı ilk şarkı Dear Rosemary. Hoş bir girişi var ve eğlenceli rifflere sahip. Solo gitara az iş düşmüş olsa da şarkıyı aralarda iyi süslemiş, olmasa eksikliği yoğun derecede hissedilir.  


 Harmonik minörden çalınmış sert bir açılış riffi, şarkının ana riffi ile destekleniyor ve Dave Grohl 40'ından sonra azmanın ne demek olduğunu gösteriyor White Limo'da. Önümüzdeki yıllarda çıkacak bir yarış oyununda karşımıza çıkması mümkün.


 White Limo'dan sonra bir şey kaldırmayacak duruma gelen kulaklar, yumuşak girişi olan ve şarkının genelinde de, girişi kadar olmasa da, bu yumuşaklığı koruyan bir şarkı Arlandria. Single olarak çıkması ve "yu ar nat mi ayemriyal"  diye etrafta dolaşacak kitleler oluşturması mümkün. 
(+ne diyon olm arlendiya diyo orda! - (...) biliyorum  ama canım öyle demek istiyo +... -...ben gidiyim... :( )



Adıyla aklıma Bon Jovi'nin en iyi albümlerinden biri olan These Days'i getirdiği için beni umutlandıran bir şarkıydı These Days. Hoş arpejlerle yaptığı bir giriş vardı ve, çok iyi gidiyordu. Taa "easy for you to say" diyene kadar. Nev'in ağzında sakız olan "prozodi çocuklar aman dikkat, prozodi" dediği şeyin ne kadar ciddi bir felaket olduğunu burada görmek mümkün. 


 Sıradaki Back & Forth, albümün sürekli inen-çıkan grafiğini sabit tutan bir şarkı. Gerçekten kullanılan riffler iyi, aralıklı olarak vokal veya melodilerde Nirvana etkileri görebiliyorsunuz; ancak bunlar şarkının geneline hakim olan pop soundı içinde ufak bir yer kaplıyor. 


 Bu sefer girişi sert, devamı yumuşayan A Matter of Time var sırada. Köprü kısımları kulağa itici gelse de, nakaratı ve sonrasında giren verse'ü -özellikle verse'ün arkasındaki tatlı arpejler- kulağın pasını silip atıyor. Bence albümün en iyilerinden; ama arka planda kalacak şarkılarından biri. 



  Miss the Misery, yine Back & Forth gibi grafiği koruyan şarkılardan biri. Grubun alışık olmadığınız bir soundına sahip olsa da, bahsettiğim kadar yabancı bir şarkı değil. Yakın bile bulabilmeniz mümkün. 


 Şimdi biraz dinlenme, sakinleşme zamanı. Yaylılarla yapılan bir girişten sonra teneke tonlu arpejler arasından yükselen Grohl'un sesi, bir ninni gibi I Should Have Known'da. Canlı performanslarında Dave Grohl'ün mikrofonu izleyici kitlesine doğrultup, kitlenin var gücüyle söyleyeceği bir şarkı olacağını kestirebiliyorum. 


 "oh be bitti sonunda" derken, lise son sınıf öğrencisi gibi hissettiriyor, "bitsin be hadi be" diye saydığınız günlerin sonunda "allahım ne olur bitmesin" dedirtiyor adeta son şarkı Walk. Şeker gibi bir giriş yapıyor, temposu yavaşça artıyor ve bir süre sonra kendinizi iyice kaptırıyorsunuz. Dave Grohl şarkının bir kısmında içindekileri kusarcasına söylüyor, şarkının benim için en etkileyici kısmı o oldu. 


Genel değerlendirme:
 Albümün inişli-çıkışlı bir grafiği var. İçinde çok iyi şarkı çok az, ortalama şarkı fazla. Deneysel bir şeyler yapma kararı alıp iyice batırdıkları yerler olmuş fakat şarkı içinde o bölümlerin toparlandığını görüyorsunuz. Deneysellik konusunda hoşuma giden tek detay, davulların diğer albümlere göre daha iyi, hatta bazı şarkılarda harikulade olması. 


Not: 7/10


  




Adele - 21!!

 Adele ile tanışmam yaklaşık birkaç ay öncesinde soul sanatçıları araştırırken "60lı yaşlarında zenci bir kadındır herhalde bakayım bi" diyerek bir linke tıklamamla başladı. Bu kadar genç yaşta bir sanaçtının bu tür bir müzikle ünlü olması ne kadar hoşuma gitse de Justin Bieber kadar pazarlama ürünü olduğu konusunda anlaşmalıyız. Justin Bieber'la bir tutmuyorum tabiki, albümündeki şarkılar çok kaliteli. Ben bunun gibi sanatçılara "Norah Jones tipi sanatçı" diyorum. Döneminde yapılmaması gereken bir müziği, hem o müziği özellikle seven hem de o müziğin popa yakınlaştırılan bir sounda sahip olmasından dolayı, o müzikle yeni tanışan popçu gardaşlarımıza hitaben yaparak ünlü yapılıyor. Albümün listelerdeki durumuna ve satış rakamlarına göz atalım:

bi soul albümünün bu kadar sattığı bu devirde nerde görülmüş allasen?



No.TitleWriter(s)Producer(s)Length
1."Rolling in the Deep"  Adele Adkins, Paul EpworthEpworth3:48
2."Rumour Has It"  Adkins, Ryan TedderTedder3:43
3."Turning Tables"  Adkins, TedderJim Abbiss4:10
4."Don't You Remember"  Adkins, Dan WilsonRick Rubin4:03
5."Set Fire to the Rain"  Adkins, Fraser T. SmithSmith4:02
6."He Won't Go"  Adkins, EpworthRubin4:38
7."Take It All"  Adkins, Eg WhiteAbbiss3:48
8."I'll Be Waiting"  Adkins, EpworthEpworth4:01
9."One and Only"  Adkins, Dan Wilson,Greg WellsRubin5:48
10."Lovesong"  The CureRubin5:16
11."Someone Like You"  Adkins, WilsonWilson, Adkins4:45


 Baktığımızda albümdeki şarkıların ortalama üç-buçuk dakika olduğu görülüyor ki bu da onu, şarkıların muhteviyatını da göz önünde bulundurursak, "easy listening" dahilinde kabul etmemiz mümkün. 

 Albümü şarkı şarkı incelemeyeceğim çünkü, her ne kadar bazı sınıflandırılmalar yapılsa da, şarkıların çoğu birbirine benziyor. Ancak, albümün ilk single'ı Rolling in the Deep ve Rumour Has It, albümdeki diğer şarkılarla karşılaştırıldığında yüksek tempolu pop rock şarkıları sayılabilecek şarkılar. İkisi de duyulduğu anda istemsiz hareketler yaptırabilir. 

 Diğer şarkılar ise balladlardan oluşuyor. Şarkıların çoğu piyano balladı olmasına rağmen, gitar ağrlıklı iki parça bulunuyor: Don't You Remember ve Lovesong. Don't You Remember fena değil ancak Lovesong tahminimce yeni (dördüncü) single olabilecek kadar iddialı. 



 Albümün kalan şarkılarını piyano balladları oluşturuyor. Bunların içine Rolling in the Deep'ten sonra çıkan iki single Set Fire to the Rain ve Someone Like You da dahil. Set Fire to the Rain daha çok pop rock parçalarını andırırken, Someone Like You da pop balladlarını andırıyor. Someone Like You'nun bir benzeri olan Turning Tables da iddialı şarkılar arasında.  

 Piyano balladları arasında ayrıca klasik soul soundını barındıran iki ballad mevcut: Take It All ve One and Only. İkisi de muhteşem şarkılar ve ikisinden birisi single olarak çıkabilir. Geriye kalan şarkılardan I'll Be Waiting ve He Won't Go modern R&B ve pop parçalarını andırıyor. 

Genel değerlendirme:
 Albümün içinde kötü bir şarkı yok. Hepsi gayet iyi, bir pop albümü gibi üç single güzel olup albümün geri kalanı kötü değil. Şarkılar herkesin seveceği cinsten. Ayrıca albümün ve Adele'nin mainstream başarıyı yakalaması MTV'yi az da olsa Kanye West'lerden, B.o.B'lardan arındıracak gibi. Adam Lambert bir, Adele iki bu konuda maaşallah. 

Not: 8/10




4 Mayıs 2011 Çarşamba

Sixx:A.M - This Is Gonna Hurt!!

 Öncelikle Sixx:A.M hakkında ufak bir bilgilendirme yapmak istiyorum. Mötley Crüe'dan Nikki Sixx'in basist, Guns 'N Roses'dan DJ Ashba'nın solo gitarist ve Alanis Morissette, Scorpions ve Mötley Crüe gibi sanatçıların 2000'lerde çıkan albümlerinin prodüktörü James Michael'ın vokalist olduğu bir supergroup olan Sixx:AM, Nikki Sixx'in uyuşturucuyu bırakıp, hayatında edindiği deneyimleri kitaba dökmesiyle beraber kuruldu. Kitapla aynı adı taşıyan The Heroin Diaries'den çıkan Life Is Beautiful, listeleri kasıp kavuran bir hit oldu. CrüeFest sayesinde daha da çok ünlü oldular ve ikinci albüm This Is Gonna Hurt üzerinde çalışmaya başladılar.







No.TitleMusicLength
1."This Is Gonna Hurt"  James MichaelNikki SixxDJ Ashba3:56
2."Lies of the Beautiful People"  Michael, Sixx, Ashba, John 53:58
3."Are You With Me Now"  Michael, Sixx, Ashba4:02
4."Live Forever"  Michael, Sixx, Ashba4:55
5."Sure Feels Right"  Michael, Sixx, Ashba4:09
6."Deadlihood"  Michael, Sixx, Blair Daly3:15
7."Smile"  Michael, Sixx5:22
8."Help Is On The Way"  Michael, Sixx, Ashba4:18
9."Oh My God"  Michael, Sixx, Ashba5:35
10."Goodbye My Friends"  Michael, Daly5:57
11."Skin"  Michael, Sixx, Ashba3:22



 This Is Gonna Hurt sert riffleri ve yüksek temposuyla albümün temasını size aktarıyor ve albüme yapılacak en iyi açılışın nasıl olabileceğini gösteriyor, aynı zamanda bu sertlikle sizi hemen ardından gelen Lies of the Beautiful için hazırlıyor.
 
 Lies of the Beautiful People, yüksek bir tempoya sahip olmamasına rağmen yeterince sert ve "ağır" rifflerle giriş yapıyor. James Michael'ın vokalleri bu şarkıda üst düzeyde, tıpkı DJ Ashba'nın dinamik gitar riffleri gibi. Gitar solosu ise kelimelerle ifade edilemeyecek cinsten. Albümün Life Is Beautiful'u.

 Clean akorlarla giriş yapan Are You With Me Now, nu-metal balladlarının karakterlerini taşıyor, tatlı bir melodinin tekrarlanmasının yüksek vokallerle oluşturduğu birleşim nakaratta daha da çok seziliyor. Albümün geçiş taşlarından. 

 Orta sertlikte, catchy diye tabir edilebilecek akılda kalıcı bir riffe sahip olan Live Forever, gayet akıcı bir şarkı. Özellikle gitar solosu şarkıya şahane bir hava katmış. Albümün en iyilerinden.

 Bu kadar gazdan sonra, tempo bir anda tatlı bir şekilde düşüyor Sure Feels Right ile. Baştan sona akan bluesy gitar melodileri, vokali destekleyen yaylılar, kusursuz bir ballad.



 
 Deadlihood'da tempoyu biraz daha yükseltiyor, Hollywood'un aslında öyle de parlak olmadığına dair öğütleri Nikki reyizden dinliyor ve orta-sertlikte riffler eşliğinde harmonik minörden giren Ashba'nın gitar solosunun ardından gelen birkaç tekrardan sonra şarkının aniden bitmesine şaşırabiliyor insan.

 Şeker gibi akustik gitar arpejleriyle, piyanolarla desteklenmiş bir şekilde giriş yapan Smile, albümün en dinlenebilir eserlerinden biri. Sonradan katılan yaylıların şarkıya katkısı büyük. 

 Help Is On The Way ile yine albüme tam gaz gidiyoruz, uyuşturucu komasına girmiş, morarmış birine acil yetişmesi gereken ambulans çağırdıktan sonra bürünülen ruh hâlinin notalara dökülmüş biçimiyle. 

 Sırada albümün en iyilerinden biri olan Oh My God, kendini defalarca dinletecek bir rock ballad'ı. DJ Ashba sonlara doğru, albümdeki en iyi işlerinden birini yapıyor ve sadece piyano melodileriyle dolu başka bir şarkıya geçişteki köprü görevini en iyi şekilde görüyor. 

 Goodbye My Dear Friends, sadece piyanoyla yapılan girişiyle şarkıya çekmeye yetiyor insanı. Ardından yükselen tempo ve sertleşen gitar riffleri piyanoyla beraber şarkı boyunca gidiyor ve hiç sırıtmıyor. İlk defa böyle bir ifade kullanacağım ama Muse sevenlerin mutlaka dinlemesi gereken bir parça.

 Albüme, bir piyano ballad'ı olan Skin ile veda ediyorsunuz, her ne kadar veda edesi gelmese de insanın. Akılda kalıcı, kaliteli, duygusal ve gerçekten üzerinde uğraşıldığı anlaşılan bir ballad. 

Genel değerlendirme:
 Uzun süredir beklediğim albüm, beklentilerimi tamamıyla karşıladı. Grup üyelerinin tamamı, muhteşem işler çıkarmışlar. Birkaç not düşmek istiyorum: albüm konsept olduğu için bir kere de olsa baştan sona dinleyin ve sözlerine bakmayı da ihmal etmeyin. 

Not: 9/10
  



Sunrise Avenue - Out Of Style!

 Sunrise Avenue benim için pop müziğin Pink Martini'si gibiydi. Nasıl Pink Martini bir albümü içinde bossa nova, latin jazz, soul jazz vb. türlerinde farklı farklı şarkılara imza atıyorsa, Sunrise Avenue'da öyle, versatil bir pop albümü sunuyordu bizlere. Buraya kadar bir sorunum yok, aynı yapısını az da olsa korumuş; ancak sorun biraz daha derine indiğimizde başlıyor.



01. Hollywood Hills
02. Damn Silence
03. Somebody Help Me
04. I Don't Dance
05. I Gotta Go
06. Stormy End
07. Kiss Goodbye
08. Sex & Cigarettes
09. The Right One
10. Out Of Tune
11. Angels On A Rampage
12. Sweet Symphony
13. What I Like About You - non album track


 Albüme açılışı yapan Hollywood Hills, listelerde üst sıralarda yer edinmiş bir single olmasına rağmen, dinlenebilirliği o kadar da yüksek olmayan bir parça. Akılda kalıcı, tatlı, 80'ler etkili melodilerle giriş yapan şarkı, alışıldıktan sonra güzel gelecek şarkılar gibi. Neyleyim ben öyle pop şarkısını demek gayet mümkündür, hak veririm.

 Damn Silence ile hoş melodiler arasında gezerken nakarat sonlarındaki atonal melodilere anlam verebilmek mümkün değil. Albümün çürük elmalarından.

 Özlenen Sunrise Avenue tadını, piyanoyla yaptığı sakin girişiyle Somebody Help Me veriyor. Davulların yapaylığı şarkıya ket vuruyor, ancak nakaratlarda giren akustik davullar şarkıya az da olsa can katıyor. Albümde dinlenebilir şarkılar olduğu umudunu aşılamaktan başka bir işlevi yok.

 I Don't Dance ile yine 80'lere, Eurythmics'lere, Dead Or Alive'lara gidiyorsunuz. Ancak nakarata geldiğinizde kendinizi Kral TV'de bulmanız pek mümkün. 

 Punky bir riffle giriş yapan I Gotta Go, verse kısımlarında size hoş bir şarkı olacağı izlenimini verse de nakaratla arasındaki kopukluk incideki mantık hatalarını aratacak gibi.




 Albümde "oh be özlemişim bunu" dedirtecek tadı veren bir şarkıya, Stormy End'e, geldiğinizde birkaç kez tekrar etmemeye dikkat edin yoksa albümdeki diğer şarkıları dinleme fırsatı bırakacak gibi değil.

 Stormy End ile özlettiği o tadı veren, kendine has melodik balladlarını aratan grup, Kiss Goodbye ile özlemi gidermeye devam ediyor. Şarkının ortalarına doğru artan enstrüman çeşitliliği şarkıyı tatlı bir resitale çeviriyor. Sonundaki gitar solosu ise hoş bir süpriz.

 I Gotta Go'daki punky havanın biraz daha düşük tempolu hali Sex & Cigarettes için geçerli sayılabilir. Stormy End ve Kiss Goodbye gibi iki hoş şarkının ardından gelmesi sakat olan bir şarkı.

 Nedense, bunca şarkının arasından böyle birşey çıkmasına ihtimal vermediğim için midir, şaşırtıcı gelen bir arpejle giriş yapan The Right One, drum machine'lerin girişiyle azıcık hayal kırıklığına uğratsa da drum-kit'e geçildiğinde şarkının havası olumlu yönde değişiyor. Hoş bir şarkı ve albümdeki iyilerden birisi.

 Arkasından gayet ağır rifflerle giren Out Of Tune, şarkının nakaratta bu ağır riffi grubun pop sound'ıyla birleştirmeye çalışmasıyla adı gibi "out of tune" olmuş. 

 Hâlâ son umutlar varken, Angels On A Rampage, "filler" denecek kadar boş bir performansla giriş yapsa da, kendini toparlıyor ve ikinci şansı hak eden şarkılar arasında yerini alıyor. Ardından gelen Sweet Symphony ve What I Like About You'nun bir yenilik barındırmayışı da üzücü ayrıntılar arasında. 

Genel değerlendirme:
 Albüm, beni tekrar Sunrise Avenue ile buluşturduğu için memnunum. Ama içinden iki-üç şarkı seçilip dinlenebilecek cinsten. Çoğu şarkıda nakarat ve versleler arasında uyumsuzluklar göze çarpıyor, şarkıların sıradanlıkları da cabası.

Not: 4,5 / 10